ANA SAYFA » RÖPORTAJLAR » Geçmiş Zaman Söyleşileri » Cemil Meriç
Bir kitabı okurken “Ne güzel kitap!” diyoruz. “Yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş.” diyoruz. Okurun bu heyecanı, yazarla aynı frekansta buluştuğunu, yazarın söylemek istediklerini anladığını mı gösterir sizce?
Yanlış, şöyle dememiz gerekir: “Bunu daha önce hiç düşünmemiştim, ama galiba doğru.” Yahut, “Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.” Önce teslimiyet, anlamak cehdi. Yazarın gerçekten değeri varsa, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütünü ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler, istiarelere başvurur.
Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır. Kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek, bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır.
Yazar, düşüncesini yardım olsun diye sunmaz. Bir mükâfattır bu. Lâyık mısınız, değil misiniz? Anlamak ister. Tabiat da öyle değil mi? Altın neden toprağın derinliklerinde? Okurken araştırmaya çıkacağınız maden: Yazarın düşüncesi veya niyeti. Araçlarınız: Zekâ ve bilgi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz. Önce kelimeyi fethedeceksiniz, sonra heceleri, harfleri.
***
“Okumak, bir dostluk kurmaktır.” diyor Proust. Diğer dostluklardan farkı nedir bu okumanın?
Diğer dostluklardan farkı samimiyetinde. Konusu bir ölü, bir uzaktaki. Bunun için de hasbî ve iç açıcı. Çirkinliğinden sıyrılmış bir dostluk. Saygı, şükran, bağlılık dediğimiz ve o kadar yalanla karıştırdığımız bütün o merasimler, bütün o nezaket gösterileri kısır ve yorucu. Dostluklarımız çok defa tesadüfün eseri. Bir sempati başlangıcı, düşünülmeden söylenmiş bir söz, yanlış anlaşılan bir iltifat, yazdığımız ilk mektuplar müebbeden çözemeyeceğimiz bir alışkanlıklar ağının ilk düğümleri. Okuma, dostluğun ilk saf hâlini irca eder. Kitaplarda merasime ihtiyaç yok. İstersek akşamı onlarla geçiririz. Çok defa istemeyerek ayrılırız. “Hakkımızda ne düşünecekler? Acaba bir patavatsızlık yaptık mı? Hoşlandılar mı bizden? Falanı görünce bizi unutacaklar mı?” gibi saf ve sakin bir dostluk.
Ne alâyişe lüzum var ne gevezeliğe. Sükût içinde bir kaynaşma. Kendi kendimizle baş başa kalış. Sükût, söz gibi kusurlarımızın, sırıtışlarımızın izini taşımaz. Yazarın düşüncesi ile kendi düşüncemiz arasına egoizmleri sokmaz, konuşmayı yabancı unsurlarla zehirlemez. Kitap, sahiden kitapsa dili saftır. Yazar, yabancı cisimleri ayıklamış, düşüncesini olduğu gibi sunmuştur bize. Her cümlesi bir sonrakine benzer. Aynı ses, aynı perde. Yazarı aksettiren bir ayna.
Röportajın tamamı için:
https://fikircografyasi.com/makale/kitaplara-siginan-adam-cemil-meric
Rasim Özdenören'le Yalnızlık ve Yazmak Üzerine Sohbet Kendini yazar olarak gören kimse, kendisini yazıyla ifade etmediği zaman kendini görevini ifada ihmale düşmüş biri olarak görüyorsa, bence o kişiye yazar dememiz gerekiyor.
Na’t şiirin neresinde duruyor? Peygamber nasıl insanın ufkuysa, na’t da şiirin ufkudur. Na’t, insanın, insanı, kendini Peygamber’de araması, gerçeği onun çevresinde dolaşarak bulmaya çalışması, ona yaklaşmaya çalışarak yaradılışın sırrına erileceğini idrak edişidir.
Sizin hayalle aranız nasıl? Hayal kurmayı ne kadar ilerlettiğimi bilemezsiniz. Artık aslı olmadığı halde sadece ruhumu biraz olsun dinlendirdiği için eski günlerin, kısır, saçma hayallerimin yıl dönümlerini kutluyorum. Hayalini kurabileceğim bir şeyler yaşamadığım [zamanlar] hayalini kurduğum şeylerin hayalini kuruyorum.