ANA SAYFA » KİTAPLIĞIM » EDEBİYAT AİLEM » Şafak Çelik
HATIRLANMASI İÇİN KÜÇÜK BİR NOT
Uzaklaşan çocukluğum ve tabii Özlem için…
suyla kaplı ateş katı
üzerinde seğiren ayaklarımız
telaşlı çocuklarız su üzerinde
unutacak olan çocuklar
bir an önceki telaşını
geçip bahçelere ne boş ne anlamsız
telaşı. yitirdikçe çocukluğu
büyüyen yük
içbükey
ıslak yorgan altında bir uykusuz at (eşiniyor)
dansçı bir babanın oğlu (gerer kaslarını)
konuşur kendine (su sesini yutuyor)
- ben geçerken düzeltirim
eğik ışıklarını sokak lambalarının
dönüşü olmaz belki
düşen huzmenin
- ben hazırlarım sesini
akdeniz’in alışkın balıklarının ve
sahile kapaklanan dalgaların
yorgun düşen sesini
- ben hatırlarım;
“kaç güneş batmış yüzünde
saçların yıldızsız bir orman
gölgesiz savruluyor
kara gecede kara bir taş
kara suya gömülüyor
mümkün değil renklenmek yeniden
esirliğimin balı
senin ellerinle bile”
önümden geçen kaviste
gözlerimden kelimeler devrilebilir
dışa meyilli
dışbükey
eğnendiği gece omzundan kayıyor
ne ki sabah yine uzak
uzak renkleri soluk çocukluğun
yokluk ve neşe
uzak. telaşında koşturmanın
su üzerinde. yokluk
altında ateş
uzak çocuktan.
ekmek
ne mübarek
Şafak Çelik, Uzatılmış Bir Yas, Şule Yayınları, 2019
On yıl kadar önce Hacer üç, bilemedin dört yaşındaydı. Şerife Hanım birkaç gündür dikmeye çalıştığı güçceyi nihayet bitirmişti. Uyku mahmurluğu içinde yatağında mızmızlanan kızına gösterdi. Onu annesinin elinde görünce utandı Hacer. Bir müddet ne yapacağını bilemeden durdu. Sonra yüzünü yastığına gömüp öylece kaldı. Şerife Hanım bu işlerin zorlamaya gelmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden güçceyi sandığın üzerine bırakıp dışarı çıktı.
İçinde ne olduğunu hep merak ettim. Boyum kulpuna yetişmezdi. Sadece kapağındaki aynada kendimi seyredebilirdim. Eteklerimi iki yana açıp selâm verir, kulaklarımı çekiştirir, dişlerimi inceler, nanik yapar, kimse görmeden üst raftaki teneke kutuya nasıl ulaşabileceğimi düşünürdüm. Babaannemin odasında gardrobun hemen yanında alnı tavana değen antika dolabın varaklı tuğrası göze benziyordu. Başımın üstünden beni dikizleyen bu korkunç bakıştan ödüm patlasa da aynanın karşısından ayrılamazdım.
Bir: Allah. Dedem “Birdir Allah,” derdi kalkarken hep. Koltuktan, sofradan, misafirlikten, fark etmez. Onun hayalî bastonuydu bu söz. Eşyalar uykudan uyanır gibi olurdu bu kelimeleri söyleyince. Perdeler ve örtüler havalanır, kapı kendiliğinden açılırdı. Kadınlar konuşurken duyuyordum, yaşlıların böyle özel güçleri olabiliyormuş. Hızlı hızlı giderdi dedem her yere.