Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  KİTAPLIĞIM  »  EDEBİYAT AİLEM   »  Merve Büyükçapar

Merve Büyükçapar

Merve Büyükçapar
Merve Büyükçapar

SAPAN MEVSİMİ

İncir, nar belki kavak.  Ağaçları inceliyor sapan için uygun bir parça arıyordum. Sürgün veren dalları görmezden geliyordum. Henüz onlara merhamet gösterebilirdim. Camları korkusuzca indirdiğimiz, yaprak vurup isabet yarıştırdığımız, kuş avladığımız sapan mevsimi. İlk kuşun yere düşmesini bir hasta odasında bekliyordum.

Annemi görebildiğim nadir zamanlar, evdekilerin çaresizlikle başına toplandığı, kimsenin beni fark edemeyecek halde olduğu vakitlerdi. Bir hemşirenin, bazen doktorun çağrılmasıyla bu nöbetin de atlatılacağından emin, olan biteni seyrederdim; Naylonundan çıkarılan şırınga, ampulün kırılışı, lastiğin bağlanmasıyla beliren damar. Hemşire damarı bulunca çözüp komodine bırakırdı serum lastiğini. Serbest kalır kalmaz onu hep sardıkları gibi iki katlı bir halkaya dönüşürdü. Sapana bağlandığında da bu şekli almaya çalışacak. Gerildikçe azalacak direnci. Sonunda ucundaki kayışa boyun eğecek. Damlalar düşmeye başladı.  Annemin biraz evvel çizgilerle dolu olan yüzü şimdi kıpırtısız. Elimi cebimden çıkarıp, deminden beri avucumda sıkıp durduğum kayışa baktım. İki yanına açtığım deliklere. Lastiğe uyacak mıydı?

Odada olduğumu fark ettiklerinde bakışlarıyla birbirlerini azarlar, alelacele dışarı gönderirlerdi beni. Lastik için orada olduğumu söyleyemem. Odadan çıkarken komodindeki lastiğe dokunuyorum. Çalmanın heyecanı! Yapışkan bir dokusu var lastiğin. Neden bugün hastalığın son günü değil? Cebimdeki kayışı çıkarıp deliklerin birinden geçiriyorum. İkinci delik dar geliyor. Biraz daha genişletmeliyim. Kimseye görünmeden yerine bırakıyorum lastiği.

Annemi, babamdan uzağa, temiz hava bahanesiyle getirmişti ailesi. Yaz tatillerinde geldiğimiz bağ evi bir hastaneden farksızdı bu sefer. Arkadaşlarım birer yabancı. Aralarına yeni katılmış birine nasıl davranıyorlarsa öyle davranıyorlar geldiğimden beri.  Seçme sırasını her seferinde bana veriyorlardı.  Bir türlü ebe olamıyor, bütün oyunları kolayca kazanıyordum. Sırf her şey eskisi gibi olsun diye hırçınlaşıp bir ikisini tekmelesem de ses çıkarmıyorlardı. Sonunda oyunu bırakıp uzaklaşıyordum. İçlerinden biri sapanını hediye etmeden kendi sapanımı yapmalıydım!

Bugün lastiği alacağım. Odada yalnızız. Hastalandığından beri pek konuşmuyoruz. Sandalyeyi pencerenin önüne çekip kollarımı çenemin altında birleştirdim. Bakışlarının sırtımda saçlarımda gezindiğini, duyduğum o tatlı ürpertiden anlıyorum. O zaman kıpırdamadan dışarıyı seyretmeye devam ediyorum.  Pencereye kadar uzanan incir ağacına, kuşların olgunlaşmasına izin vermedikleri meyvelerine bir söz veriyorum. İntikamını alacağım. Yeter ki dallarından sağlam bir çatal ver.

Yatağın gıcırtısı yeni bir nöbetin habercisi. Sırtımı dönmeden bekliyor, dışarı açılan pencere kanadının camından izliyorum onu. Dişlerini sıkıp, yüzündeki çizgilere hapsediyor sancılarını. Yutkunuyor. Ben de yutkunuyorum. Kendi evimizde olsaydık diyorum bağırıp çağırabilirdin. İnsan başka bir evde dilediği gibi hasta olamıyor. Annem yüzünde sadece bu sancıları değil, ailesinin, hastalığının sebebi olarak gördüğü babamı da saklıyordu. Onu suçlayan herkesten. Babam uzun ince bir kavak; dalları budaklarla dolu. Annemin suskunluğuyla, kendi huysuzluklarından örülü bir hayatı yaşarken, bana dallarından tek bir sapan vermezdi.  O sapanla yapraklarını vuracağımdan korkardı. En ufak siste kaybolurdu oysa yaprakları. Kupkuru dallarıyla kalakalır ne bana ne anneme sığınacak bir gölge bırakmazdı. Annemin bu gölgesiz adamı nasıl olup da yüzüne sığdırdığına şaşardım.

Çok geçmeden odaya biri geliyor. İncir ağacını izlemeyi bırakıp yeniden sehpanın üzerindeki lastiğe bakıyorum. Aslında anneme bakmak istiyorum ama odaya giren gelip aramızda duruyor.  Geriye dönüp biraz daha izliyorum dışarıyı.  Pencerenin kanadından yalnız odayı değil, odanın eski halini, renkli örtülerini, örtülerin üzerindeki motifleri, annemin o motifleri işlerkenki halini de görüyorum. Patiskaların üzerine serdiği buğdayları. Sıcacık buğdayı karıştırırken bir görünüp bir kaybolan ellerini. Renkli yazmasıyla yüzündeki teri siliyor. Çemrenmiş kollarında morluklar. Onlara baktığımı görünce elbisesinin kollarını indiriyor. Susuyorum. Annem sessizliği uzatmadan; bugün de beklesin gece toplarız, sen çuvalları hazırla diyor. Odaya giren gelip omzuma dokunuyor. Sonra pencerenin kanatlarını kapatıyor. Eski haline dönüyor oda.

Serum lastiğinin yerinde durduğundan emin olup dışarı çıkıyorum. İlaç kokularından, beyaz örtülerden olabildiğince uzağa. Burnuma dolan ecza kokusu yok olana dek koşuyorum. Bütün gün o ağaç senin bu ağaç benim dizlerimi kanata kanata tırmanıp iniyorum. Yaralarımın acısından ağlıyorum bir ara. Dönüp eve gelince buğdayları bir araya toplanmış buluyorum. Çuvallanacaklar artık.

Günü oyunlara katılmadan tek başıma geçirmeye alıştım. Yalnız tatillerde bir araya geldiğim bu çocukların en mutlu yazlarıymış gibi geliyordu bana. Hiçbirinin annesi hasta olmadığı, babaları sapan dallarını onlardan önce yontup hazırladığı için sevinmiyorlardı. Bunun yerine akşam olmadan eve çağrıldıkları, yaptıkları yaramazlıklardan ötürü azarlandıklarına üzülüyorlardı. Haklıydılar.

Nihayet sapan yapacağım dalı buldum. O güne kadar bana salık verilen ağaçlardan biri değil bu. Adını bilmediğim bir ağaç. Meyvesiz. Tam bir çatal, üstelik çok yüksek bir dalda değil. Kolayca tırmanıp kesebilirim. Biraz uzun sürer ama bir çakı bile işimi görebilir. Bu işi başkasına bırakmayacağım. Sapanı bulmuş olmak biraz canımı sıktı hâlbuki sevinmeliyim. Eve gidip dedemden çakısını isteyeceğim. Bu sefer verecek biliyorum. Sapanı kestikten sonra şu içimde kıpırdanıp duran can sıkıntısını yontacağım onunla.

Eve gelince dedemden önce annemin odasına dalıyorum. Serum lastiği yerinde. Sessizce yatağa yaklaşıp seyrediyorum. Uyuyor annem. Eğilip nefesini dinliyorum. Bir şey duyamadan arkamdaki kapı açılıyor. Geri çekiliyorum hızla. Nefesini dinlediğime şahit olmasınlar. Sapanı bulduğuma göre lastiği de alabilirim. Cebimden kayışı çıkarıyorum. Geçen sefer deliklerden biri dar gelmişti. Tekrar ölçtüm. Artık eşitler. İş sapanı ağaçtan kesmeye kaldı. Odaya giren çıkmıyor. Lastik elimde hâlâ. Doktoru çağırsın biri. Belki de artık yenisini almalılar. Kalabalığın gerisinde göğsünde bir kıpırtı görebilmek için gözümü kırpmadan bekliyorum.

Merve Büyükçapar, Kristal Sapan, Şule Yayınları, 2018.

EDEBİYAT AİLEM KATEGORİSİNDEN...

bazen-cok-13664

Mehmet Babalıoğlu

Pardösü. Elimi ensesinden soktuğumda sırtı ıslak ve soğuktu. Ateşlenip fenalaşıyor, ardından vücudu buz kesiyordu. Damaklığı çıkarınca buruşan dudaklarını gücü yettiği kadar açtı. Soluklandıkça kesik kesik bir ses geliyordu. "Bir nefes, hığğk, bir nefes, hığğk." Ellerini hırıltılı göğsünün üzerinde gezdirirken sırtını ovuyordum ben de. Hemşire hastanızın elbiselerini çıkartıp sedyeye yatırın, dedi ve gitti. Üzerine örttüğümüz pardösüyü aldım önce. Anneannem en bunaltıcı havalarda bile pardösüsünü almadan dışarı çıkmazdı.

DETAY...

sabri-gumus-70679

Sabri Gümüş

Göreve çıkacağımız sabah kahvaltıda çorba vardı fakat burnuma mis gibi demli çay kokusu geliyordu. Kantinimiz yoktu ama nereden alıyordum o kokuyu anlamadım. İçim buruk bir şekilde bahçede toplandık. Arkadaşlarla şakalaşırken üst teğmen geldi. “Asker toplan!” Diye bağırdı. Çantalarımızı ve silahlarımızı sırtlandık, sonra tim düzeninde sıra olduk.

DETAY...

sehirler-arasi-16658

Hatice Tekin

On yıl kadar önce Hacer üç, bilemedin dört yaşındaydı. Şerife Hanım birkaç gündür dikmeye çalıştığı güçceyi nihayet bitirmişti. Uyku mahmurluğu içinde yatağında mızmızlanan kızına gösterdi. Onu annesinin elinde görünce utandı Hacer. Bir müddet ne yapacağını bilemeden durdu. Sonra yüzünü yastığına gömüp öylece kaldı. Şerife Hanım bu işlerin zorlamaya gelmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden güçceyi sandığın üzerine bırakıp dışarı çıktı.

DETAY...

kusurlu-heykel-14660

İmran Elagöz Taşkın

Safinaz Hanım can kuşunu uçurup dar ve karanlık evine yerleşeli tam elli iki gün olmuştu. Merhumenin bedenini ortadan kaldırmaya yeminli kurtçukların hücumuyla geçen elli iki gün. Kim demiş, insan kabirde yalnızdır, diye! Ölen sebebiyle toprak altında başka türlü bir hayat kımıl kımıl devam ediyordu. Mevtanın etleri kemiklerinden ayrılmaya başlamış, burnunun düşmesine az kalmıştı. Bu süre zarfında kızları ziyaret etmiş, ana-babalarının mezarına çiçek buketleri bırakıp gitmişlerdi.

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML