ANA SAYFA » KİTAPLIĞIM » EDEBİYAT AİLEM » Filiz Geç
KUTSAL GECEDE KAÇIŞ
boynuma dolanan şeffaf bir eşarpla kaçtım
yol boyu iz bırakmadan
her adımda düştü ellerim
kim tanır beni bu yorgunlukla
karanlık bana göre değil
yıldızlar göç ediyor beklemeden sabahı
oturdum karşısına baharlar tazeledim
laleleri incitmeden dökmeden yaprakları
masmavi göklerden incecik yağmur gibi
bitmeyen yolculuklar halinde
telaşlı yalnız ve korkuyla
kimse bölüştürmüyor fısıltıları
herkes gördüğüne yabancı
iç sıkıntısı kokan tenlerinde
siyah mavi kör bir baykuş
kaçsam alışılmadık bir biçimde
dokunmadan babaların saçlarına
ürkek masum ve dualı
uzayan geceye kızıyorum
gece uzun kızıyorum
illa ateş mi olmalı yürümek için
geceyi terk etmek için ateş
ebedi bir kıvılcım suskunluğunda gözlerimiz
alışılmadık bir deniz köpükten elmaslar
kim çıkarabilir beni sevgilinin bahçesinden
bir plağa dokunmayalı çok oldu
bozar mıyım ahengi saçlarında gezerken rüzgâr
her göğe bakanı uçacak sanmayın
simit susamları kuşların kanadında
kim uçurabilir beni bu yorgunlukla
Filiz Geç, Alışılmadık Deniz, Şule Yayınları, 2018
Safinaz Hanım can kuşunu uçurup dar ve karanlık evine yerleşeli tam elli iki gün olmuştu. Merhumenin bedenini ortadan kaldırmaya yeminli kurtçukların hücumuyla geçen elli iki gün. Kim demiş, insan kabirde yalnızdır, diye! Ölen sebebiyle toprak altında başka türlü bir hayat kımıl kımıl devam ediyordu. Mevtanın etleri kemiklerinden ayrılmaya başlamış, burnunun düşmesine az kalmıştı. Bu süre zarfında kızları ziyaret etmiş, ana-babalarının mezarına çiçek buketleri bırakıp gitmişlerdi.
Uzaklaşan çocukluğum ve tabii Özlem için… hüzünlü bir not kalmış ardında “bulutu severdi. beyaz kuş lekesi olmayan”
Pardösü. Elimi ensesinden soktuğumda sırtı ıslak ve soğuktu. Ateşlenip fenalaşıyor, ardından vücudu buz kesiyordu. Damaklığı çıkarınca buruşan dudaklarını gücü yettiği kadar açtı. Soluklandıkça kesik kesik bir ses geliyordu. "Bir nefes, hığğk, bir nefes, hığğk." Ellerini hırıltılı göğsünün üzerinde gezdirirken sırtını ovuyordum ben de. Hemşire hastanızın elbiselerini çıkartıp sedyeye yatırın, dedi ve gitti. Üzerine örttüğümüz pardösüyü aldım önce. Anneannem en bunaltıcı havalarda bile pardösüsünü almadan dışarı çıkmazdı.
Yedi Tepeli Babil'de, İsa'nın doğumundan beş yüz otuz iki yıl sonra, bir zemherir öğleden sonrasıydı. Sokakta oynayan çocukların, pencere önünde nakış işleyen kızların, tacını henüz takmış imparatorların gözünden yaş geliyordu. Fakat bunların ne mutluluk ne de kederle ilgisi vardı. Yüzüstü yatarak aşağıda olan biteni kayıtsızca seyrediyormuş gibi salınan bulutların, herkese fazla gelen tuhaf ışığıyla ilgiliydi bu.