ANA SAYFA » KİTAPLIĞIM » EDEBİYAT AİLEM » Burcu Güven
ÇÖL BAHSİ
KEF VE NUN BABINDANDIR
A’ma ve Mim
Güneşin yakıcılığını bütün zerrelerinde hissederek gözlerini zar zor açtı sonra tekrar yumdu. Bunaltıcı sıcak nefes almasını zorlaştırıyordu. Gücünü toplayarak kalkmaya çalıştı. Heybesi beş on adım ötesindeydi. Ama ne Eyyam ne de Mestur oradaydı. Telaşla seslendi fakat kendi sesinden başka bir şey duymadı. Hangi yöne gittiğini bilmeden yürümeye koyuldu. Şansının yaver gittiğini söyleyebiliriz çünkü takriben yarım saat sonra mola vermiş bir kervanla karşılaştı. Kendisinden önce buraya gelenlerin olup olmadığını sordu kervanbaşına. Adamdan “ sad’dan önce nun var imiş “ cevabını alınca tekrar aynı soruyu sorup aynı cevabı aldı. Bu sefer bir başkasına onlarla yolculuk etmek istediğini söyledi. Aldığı “ Kaf sine kavuştu bile” yanıtı karşısında şaşırıp öfkelendiyse de bunu olur gibi yorumladı ama bu garip kervandaki insanlara pek fazla soru sormamaya karar verdi çünkü aldığı cevapların hiç birini anlamadı.
Kervan o gün boyunca vahada konakladı. Asım ne zaman hareket edeceklerini bilmiyordu. Sormaya da niyetli değildi. Açıkçası sorduğunda cevabı anlayamamaktan korkuyordu. Zaten acelesi yoktu çünkü diğerlerinin de bu vahayı bulacaklarını ümit ediyordu. Kendisine uyuyabileceği bir yer ararken on yaşlarında, kıvırcık saçlı, kömür karası gözlerini kendisine dikmiş bir çocukla göz göze geldi. Barikbin kervandaki tek çocuktu. Asım sorduğu sorulara anlayabileceği cevaplar vermesine pek sevindi ama çok da bir şey öğrenemedi.
- Kervanın nereye gidiyor ?
- Bilmem. Nereye gittiğimiz önemli mi?
- Önemli olmaz mı hiç
- Sen nereye gidiyorsun ?
- Henüz bilmiyorum. Bu çölün adı nedir?
- Bilmem , çöl işte. Bir adı olması mı gerekiyor?
- Her şeyin bir adı vardır , evlat. Senin de adın var. Benim de bir adım var. Adımı bilmesen beni çağıramazsın. Benim adım Asım.
- Benim adım da Barikbin. Ama biz çölü çağırmayız ki.
- Evet ama dostlarımıza anlatmak isteyebiliriz. Falanca çöle gittim orada türlü maceralar yaşadım diye.
- Tamam o zaman buranın adı falanca çölü olsun.
- Olmaz herkesin üzerinde anlaştığı bir adı olmalı . Daha önce insanların verdiği bir isim yani.
- Ya kimse vermediyse.
- Olamaz vermişlerdir.
- Peki o zaman ben bilmediğim için kendim ona bir ad vereceğim. Rakrakan çölü diyeceğim.
- Niye Rakrakan?
- Kardeşim Rakrakan bu çölde öldü. Böcek soktu. Peki sen ne çölü diyeceksin?
- O zaman ben de Barikbin çölü diyeyim.
Barikbin’e göre Rakrakan , Asım’a göre ise Barikbin çölünde akşam olmuş, ay bütün güzelliği ile gökyüzündeki yerini almıştı. Gelen giden yoktu. Kervan yola çıkmak üzereydi. Asım nereye gittiğini bilmeden katıldı kervana. Diğerlerinin akıbetinden endişe ederek bir ara onları beklemeyi düşündü ama bu fikrinden caydı çünkü vahaya gelene kadar onlara ait hiçbir iz görmemişti. Ne zaman geleceği belli olmayan hatta gelip gelmeyeceği dahi bilinmeyen başka bir kervanı beklemenin bir anlamı olmadığına karar verdi..
Kervandaki herkesin kör olduğunu fark etmesiyle Barikbin’e bunun nedenini sordu:
- Benim kabilemde herkes on üç yaşına gelince kör olur ve kırk yaşına kadar öyle yaşar şayet kırk birinci yaşına ulaşırsa tekrar görmeye başlar. Eğer görmeye başlamazsa Allah onun adağını kabul etmemiş demektir. Çünkü Allah aynımim’den geçemeyenlerin adaklarını kabul etmez.
- Aynımim mi? O da ne?
- Aynımim işte. Hiç duymadın mı*
- Hayır. Nasıl bir şey o?
- Ben de henüz ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Şebitire’de yani on üç yaşına basmadan önceki son gecede sana rehberlik edecek olan kişi ile –ki bana Konrul Alp edecek- Tar’a çıkarsın. Orada rehberin sana bazı sırları açıklar, yol gösterir. Bu tür şeylerin zamanından önce anlatılması uğursuzluk getirdiği için anlatılmaz. Üç senem var kör olmak için. Sen kaç yaşındasın?
- Kırk iki.
- Ne garip dedi Barikbin hiç kör olmadın mı ?
- Hayır. Ama ben gördüğüm bir rüya yüzünden yavaş yavaş kör olmaktayım.
- Rüyalar insanı kör etmezler.
- Evet etmemeleri gerekir ama benim ki ediyor işte.
- Bunu Hasif bilir.
- O kim?
- Her şeyi bilen bir adam.
- Beni ona götürür müsün?
- Yerini bilmiyorum. Kimse de bilmez. Ama seninle görüşmesi gerekiyorsa karşına çıkar zaten. Beklemen yeterli.
- Peki sen korkmuyor musun kör olmaktan ?
- Bazen. Ama adağım kabul olursa tekrar görmeye başlayacağım. Hem başka şeyler, başka âlemler göreceğim.
- Ne göreceksin mesela ?
- Bilmiyorum. Daha kör olmadım.
- Peki baban gördüklerini sana anlatmıyor mu ?
- Anlatıyor. Bir adam görmüş geçen gün sırtında heybesi, yürüyormuş.
- E sonra ne olmuş adama ?
- Hiiiç! Yürüyüp gitmiş ve gözden kaybolmuş. Bir şey mi olması gerekiyor ki ?
- Bilmem. Baban niye anlattı bunu sana?
- Niye anlatmasın ?
- Anlatmaya değecek bir şey değil de o yüzden.
- Anlatmaya değecek olan ne ki ?
- Hikayeler, masallar anlatılmaya değer onlar bunlardır.
- Hmm. Belki o adamın bir hikayesi yoktur.
- Hikayesi olmayan adam olur mu? Herkesin bir hikayesi vardır.
- Belki Allah onu hikayesi olmayan bir adam olarak yaratmıştır. Yani ona ceza vermiştir.
- Ooo! Bu çok büyük bir ceza olurdu evlat.
- Tamam, belki vermemiştir. Belki de adam hikayeleri sevmiyordur ve onlardan kaçıyordur. Başına bir hikaye gelmesin diye de hiç oturmuyordur.
- Herkes hikayeleri sever.
- Belki o herkes gibi değildir. Sadece yürüyordur. Hiç durmadan . Ama uykusu gelince uyuyordur. Acıkınca yemek yiyordur . Ve gene yürüyordur.
Asım yol boyunca Barikbinle uzun uzun sohbet etti. Çok sevmişti bu çocuğu. Keşke böyle bir oğlum olsa diye geçirdi içinden. Mübarek geldi aklına. Ne yapıyordu acaba? Dükkanı ne haldeydi kim bilir. Asım düşünceleri arasında kaybolmuşken kum tepelerinden birinin üzerinde asasıyla dikilmiş bir adam gelen kafileyi izlemekteydi. Kervan yaklaşınca bulunduğu tepeden aşağıya doğru inmeye başladı. Sakalı nerdeyse dizlerine varan adamı görünce Barikbin:
-İşte Hasif bu. diye sevinçle işaret etti Asım’a.
Kervandakiler onu coşkuyla karşılayıp etrafında halka oldular. Herkes sırayla Asım’ın anlayamadığı sorular sordu. Aldıkları cevaplardan tatmin olmuş gibiydiler. Asım niye böyle konuştuklarını sorunca Barikbin bunun körlerin lisanı olduğunu söyledi. Sıra Asım’a gelince o da rüyasını anlattı. Bunun üzerine Hasif :
-Âlem-i misal mim harfi üzere bina edilmiştir. O bir anahtardır ve onda nice alametler gizlidir. Lam ile ye’nin izdivacından o doğar. Ra’nın he ile taksimi yine onu verir. Be adedince kef ona tekabül eder. Onun sırlarına vakıf olan âlemin sırlarına erer. O sırra vakıf olduğunda inşaallah bu dertten kurtulursun. Allah muhakkak senin için en hayırlı olanı murad etmiştir.
-O sır nedir?
-Alenen bilinen sır değildir. Cevap sende gizlidir. Bunu bulmak sana düşer.
Hasif’ten ayrıldıktan sonra yollarına devam ettiler. Asım hayal kırıklığına uğramıştı. Bütün gece düşünüp durdu. Fakat kendisinde saklı olan cevabın ne olduğunu bir türlü bulamadı. Ertesi gece kara bir kilimin önünde bağdaş kurup oturan kızıl sakallı bir adamla karşılaştılar. Kervan geçerken siyah ihrama bürünmüş bu adam:
-Var mıdır kârlı bir alışveriş yapmak isteyen? Diye sordu
Barikbin çölün tehlikelerle dolu olduğunu yollarına devam etmenin daha doğru olacağını fısıldadı Asım’a. Kervan sessiz sedasız geçti adamın yanından. Birkaç tepe aşmışlardı ki tekrar aynı soru ile çıktı karşılarına. Onu üçüncü görüşlerinde Asım dayanamayıp
-Ne alıp satarsın ? Diye sordu.
-Ademoğlunun alıp satamayacağı ne varsa onları alıp satarım.
-Ne gibi?
-Şan , şöhret, itibar, hayal...
-Peki rüya?
-Evet rüya da alıp satarım.
Asım heyecanla kurtulmak istediği rüyasını anlattı. Adam:
-Bu rüyayı kimse almaz. Kim kör olmak ister? Güzel rüyalar görmektir ademoğlunun muradı. Lakin ben hayırsever bir tüccarım. Bu rüyadan kurtulmanın yolunu elbet sana göstereceğim. Adında mim harfi var mıdır?
-Evet. İsmim Asım
-İsmindeki mimden kurtulman icab eder.
-İsmimdeki mimden mi? Nasıl yani?
-Mim ki zahirde insanın ağzıdır. Ademoğlu onunla dua eder, onunla isyan eder. Her ne iş gelirse başına söyledikleri yüzündendir. Batında ise o âlem-i misal’in kapısıdır. Aynı zamanda cem olmaktır, suret bulmaktır, Bana ismindeki mim’i sat. Böylece o rüyadan da kurtulmuş olursun.
-Ama o zaman adımın bir anlamı kalmaz.
-Mim’in yedi faslından altıncısı senindir.
-Neymiş o?
-Ye harfi. O ki insanın elidir. Ademoğlu hayrı da şerri de onunla işler. Onunla kuvvet bulur.
-Lakin insanların beni asi diye çağırmasını istemem. Yerine başka bir harf veremez misin?
-Bu mümkün değil.
-Niye?
-Bilmez misin ki mim’in belka’da tezahürü ye’dir? İstersen isminin tamamını sat bana. Belki kendine başka bir isim ediniverirsin.
-Asi olmaktan iyidir. İsmimin tamamı senindir.
-Öyleyse şu kilimin üzerine çıkıver de seni rüyadan kurtarayım.
Artık bir ismi olmayan O, Barikbin’in bütün uyarılarına rağmen devesinden indi. Sağ ayağını kilimin üzerine atacakken yaşadığı bir anlık tereddütü fark eden tüccarın teşvikiyle siyah kilimin üzerine çıktı ve aniden bir boşluğun içine yuvarlandı.
Burcu Güven, Âlem-i Misal Rehberi, Şule Yayınları, 2019.
Uzaklaşan çocukluğum ve tabii Özlem için… hüzünlü bir not kalmış ardında “bulutu severdi. beyaz kuş lekesi olmayan”
Pervanenin gölgesi düştü antik şehre, Zeus’un tüyleri ürperdi. Kuş bakışı seyrettim Bergama’yı. Tiyatro sessiz, basamaklar boş, rüzgâr kendi yazdığı oyunu sergiliyor. Genç kızın saçları yüzünü okşuyor tutkulu bir sevgili gibi, fotoğrafçının hasır şapkası uçuyor yamacın altındaki baraja doğru. Çocukların şekerini yalıyor rüzgar.
Yedi Tepeli Babil'de, İsa'nın doğumundan beş yüz otuz iki yıl sonra, bir zemherir öğleden sonrasıydı. Sokakta oynayan çocukların, pencere önünde nakış işleyen kızların, tacını henüz takmış imparatorların gözünden yaş geliyordu. Fakat bunların ne mutluluk ne de kederle ilgisi vardı. Yüzüstü yatarak aşağıda olan biteni kayıtsızca seyrediyormuş gibi salınan bulutların, herkese fazla gelen tuhaf ışığıyla ilgiliydi bu.
Bir: Allah. Dedem “Birdir Allah,” derdi kalkarken hep. Koltuktan, sofradan, misafirlikten, fark etmez. Onun hayalî bastonuydu bu söz. Eşyalar uykudan uyanır gibi olurdu bu kelimeleri söyleyince. Perdeler ve örtüler havalanır, kapı kendiliğinden açılırdı. Kadınlar konuşurken duyuyordum, yaşlıların böyle özel güçleri olabiliyormuş. Hızlı hızlı giderdi dedem her yere.