ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul Hakkında » Rahşan Tekşen'in İstanbul'u/Abdullah Harmancı
Doğrusu neşredilen bunca yayın içerisinde, bu hızlı akışın cereyanına kapılarak, sanırım bir mesleki deformasyona esir olarak, elimize geçen kitaplara gereken hassasiyeti gösteremediğimiz oluyor. Evet, yayın dünyasında, dalgınlaşmamızı ve hissizleşmemizi gerektirecek bir yoğunluk ve yüzeysellik yok değil; ama bu hissizleşme, ansızın karşımıza çıkacak nitelikli bir eseri fark etmemizi de zorlaştırıyor. Rahşan Tekşen’in Kırk Bir Kere İstanbul (Şule/2013) adlı eseri, son zamanlarda elime geçen pek çok kitap gibi raflarda aylardır okunma sırasını bekliyordu. Okumaya başlayınca, dalgınlığım ve hissizliğim, hayrete ve hayranlığa dönüştü. Refik Halit mi dersiniz, Yakup Kadri mi, Ahmet Haşim mi dersiniz, artık hangisinde karar kılmalıyız bilmiyorum, hançeremizin çoktan unuttuğu artistik ve cezbedici bir üslupla yazıyor Tekşen. Adı geçen nasirlerimizin üslubunu anımsatıyor bize. Akarsu içinde yürümeye çalışmak ne kadar zahmetli ama ne kadar keyiflidir. Rahşan Tekşen’in üslubu böylesi bir ağırlığı ve zenginliği çağrıştırıyor. İstanbul’un belli bir mekânını ele alıp, onun tarihçesini veriyor bize. Mekânı çözüyor, liflerine ayırıyor, farklı ilmi kaynaklardan yararlanarak üstündeki sır perdesini açıyor. Asırlar içinde gelişip katmer katmer kapanmış örtülerin zarf zarf açıldığını, önümüze serildiğini görüyoruz. Çoğunlukla kişileştirmelerle, benzetmelerle, mecazlarla örülü bir dil, İstanbul’un, asırların sarıp sarmaladığı esrarını perde perde açıyor. Güzel olan, bize kuru bir tarih veya sanat tarihi bilgisi sunulmuyor. Bir romanın sayfaları arasında olduğumuz duygusuna kapılıyoruz. Anlatılanlara karşı beslenen muhabbet, hürmet, okura da ulaşıyor. Eser, şöyle bir paradoksa sahip. Bir taraftan zamanın üst üste yığdığı bohçalarla iyice örttüğü, özünden uzaklaştırdığı mekânları çözerken, öbür taraftan tercih edilen dil ve üslup, tam tersi istikamette çalışıyor. Anlatıcı, dilin sade yapısı üzerine bohça üstüne bohçalar atıyor. Tarih yalınlaşırken dil katmerleniyor. Eseri böylesine güzelleştiren şey birbirinin aksine çalışan bu iki mekanizma… Baharın başladığı şu günlerde Kırk Bir Kere İstanbul’u okumak, İstanbul özlemimi körükledi. Durduğum yerde duramaz oldum!
Abdullah Harmancı, Hece Öykü, 2017, Sayı:83
Tekşen, şehir adına yeni bir kazanç. Kitabındaki doyumsuz 21 yazı bir şehir tarihçisinin, bir sanat tarihçisinin elinden çıkmış gibi. Tekşen kimi yerde düpedüz bir tarihçi olup, anlattığı mekânın tarihsel derinliğine iniyor. Bir sebili, bir bedesteni, bir külliyeyi anlatırken dal dal yan hikâyeler okuyabiliyoruz.
Bazı kitaplar ismiyle çağırır bizi ilkin. " Kırk Bir Kere İstanbul" der. Merakımızı celbeder iyice. kapağının üzerindeki turuncu, sarı, kırmızı tonlar sıcacık bir duyguyla sarmalar. Şimdi, o bildik minyatürden gelen çağrıya kulak vermezsek olur mu hiç?
İlk kitabı olan Kırk Bir Kere İstanbul ile iki ödül alan Rahşan Tekşen, yazdığı mekânlara, ünsiyet kurmak, onların ruhlarına nüfuz etmek için defalarca gitmiş. Tekşen, 'Onu hissetmeden bir şey söyleyemezsiniz. Söylerseniz farazî şeyler olur, hakikat olması için şahitliğiniz gerekir.' diyor.
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin 2013 Ödülleri düzenlenen bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıklandı. Çemberlitaş’taki Basın Müzesi’nde düzenlenen basın toplantısında ödülleri derneğin yönetim kurulu üyelerinden Elif Sönmezışık duyurdu.